Çilek reçeli kokusu…

“…Bizim çocukluğumuzda dışarı çıkmanın anlamı günümüzde anlaşılan ve kullanılan anlamından çok farklıydı . Ev denen yer içerisi; bahçe, yan taraftaki boş arazi, sokak, okul bahçesi ise dışarısıydı. Bir de o zamanlar dışarısı  çocuklarındı. Uyumak, beslenmek, ödev yapmak ya da sert hava koşulları gibi sebepler dışında o zamanlar hep dışarıdaydık. Bilgisayar, tablet, akıllı telefon zaten yoktu. Konu dışarısı olduğunda tek olan şey “televizyon” ise boştu…

Dışarı çıkan çocuklar yani bizler ağaçlara tırmanır, çitlembik toplayıp onları cephane olarak kullanır, kiremit tozu, kum, birkaç ot parçasıyla sarma, dolma, köfte hazırlar; doğanın bize sunduklarını (çam ağacının kozalaklarından ayıkladığımız fıstıklar, olması için bekleyemediğimiz taze cevizler, böğürtlenlerin en olgunları) toplayıp yer, bir şey bulamazsak hanımeli çiçeğinin özünü emerdik. (Ah o hanımeli özü; biraz fazla kaçırdığımda nasıl da kusturmuştu beni.)
Erkekler erkekçe oyunlarını oynar, sapanlarıyla kuş avlar, sonra o kuşu nerede pişirip yiyeceklerini hararetli bir şekilde tartışırlardı. Elbette kızlar erkeklerin bu avcılık meraklarını anlamaz, onlar evden getirdikleri kilimlerin sınırları içinde evinin düzenini kurar, diğer kilime yani komşusuna gitmek için can atardı. En güzel sahne gösterileri bir araya gelerek hazırlanır; en güzel sokak oyunları, saklambaç, yerden yüksek, yine bir araya gelip oynanırdı.
Oyuncaklarımız sınırlı olsa da hayal gücümüz sınırsızdı. Su, toprak, bulunan birkaç dal ve yaprak, evden getirilen kullanılmış ya da gözden çıkarılmış birkaç kap kacak bizi mutlu ederdi.

Dışarının ve dışarıda olmanın birde kuralları vardı. Kurallara uymayan yani oyun bozan dışarıda kalırdı. Dışarıda olup “dışarıda” kalmak, ah işte o bambaşkaydı… Bu acı tadı alan, bu tadı unutmaz, ne oyunun, ne grubun tadını bir daha kaçırmazdı. Anlaşmazlıklar kendi aramızda çözülür, büyüklerse bu anlaşmazlıkları bazen duyar, çoğu zamansa hiç duymazlardı. Babalar işte, annelerse evde kendi işinde gücündeydi; elbette çalışan anneler de vardı ama sanırım çok fazla değildi. Akşam için hazırlanan yemek veya akşamüstü için hazırlanan kek, poğaça, börek kokuları ve elbette çilek reçeli kokusu annenin evde olduğunu hatırlatan anlardı. Çilek reçelinin kokusu aynı zamanda biraz sonra çağrılacağını bilmenin de kokusuydu, bi çeşit anne kokusu. Bir dilim tereyağlı ekmeğin üzerinde mücevher gibi parlayan o öpücükler…Oynamaya seve seve ara verdiren yegane andı…

Bugün bir kez daha anladım ki insanı hayata bağlayan bir “çocuklar” bir de çocuklukta  yaşanANlar.  İnsan oradan besleniyor, yaşama arzusu duyuyor. Büyürken çocuksu masumiyetini kaybeden, büyümeyi büyüklenme ile besleyen büyüklerin dünyasında yaşamak gerçekten çok zor, akıntıya kürek çekmek gibi bir şey.

Bu aralar çocuğuma daha fazla sarılma ihtiyacım eve yayılan taze poaça, çilek reçeli, maydanozlu köfte patates kızartması kokusu, hanımelini, yeni olan taze cevizi, böğürtleni sıkça ziyaret etmem tesadüf olmasa gerek.

İçeride bunlar; çocukluk, çocukluğa dair izdüşümleri.

Dışarıda deli rüzgar.

Esssss nereye istersen
Nerde çok sevdiysen, uğra bir geçersen
Maziyi savura savura es deli rüzgar….

 

 

 

 

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s