İster istemez gözüm, gönlüm ona kayıyor…Onun sakinliğine, eminliğine, yumuşaklığına, müdahale etmeksizin sadece izleyici kalabilme durumuna, orada “onun için” oluşuna ve şefkatle sarılışına…Koşulsuz sevginin hâl edilmiş haline…
Oysa biliyoruz ki (hatta belki de bilmekten ölesiye korkuyoruz) yüreğimizi ısıtan bu kucaklaşma anının tersi bir durum da olasılık dahilinde.
Kafes açıldığında-özgürlüğüne kavuştuğunda- arkasına bile bakmadan giden ve gidenin arkasından bakan (baka kalan) biri olarak biz.
Böyle bir sahneyi Pi’nin Yaşamı filminde görmüştüm. O zaman o sahne de en az bu kucaklaşma sahnesi kadar derinden etkilemişti beni, üzerine uzun süre düşünmüştüm.
Filmi seyrettiniz mi bilmiyorum. Film bir yük gemisinin trajik şekilde batmasının ardından, bir filikada uçsuz bucaksız vahşi Pasifik Okyanusu’nun ortasında yapayalnız kalan Richard Parker adındaki üç yüz kiloluk bir Bengal kaplanı ile Pi adlı 16 yaşındaki Hintli bir çocuğun hayatta kalma mücadelesini anlatıyor. İşte bahsettiğim sahne de, bu “mücadelenin” sonlandığı, bir başka deyişle “kurtuluşun”, “kopuşun” yaşandığı an’ın sahnesi. Pi’nin Richard Parker’ın “bir kez bile” kendisine dönüp bakmadan sandaldan atlayıp ormana gittiği zaman hissettiklerini anlattığı sahne…
Film muhteşem görselliği ve gösterdikleri (işaret ettikleriyle) düşünüldüğünde açıkçası anlatılacak bir film değil.Seyretmenizi ve sonra dikkat çekmeye çalıştığım noktalar üzerinde düşünmenizi tavsiye ederim.
Söz konusu gönülden gönüle bir ilişki olduğunda, bu ilişkinin sırlarla dolu bir yanı olduğu aşikar:) İşte çoğu zaman akıl sır erdirilmeyen, aklın yarı yolda kaldığı bu durumlar aslında sıkça ele aldığımız konular. Yine bu sebepledir her daim “çocuk büyütmek akıldan çok yürek ister” deyip söylemem.
Beni tanıyanlar, önceki yazdıklarımı okuyanlar çocuklarla olan ilişkimize, bir de bu video’yu ve Pi’nin Richard Parker ile ilişkisine dair günlüğüne not ettiği şu satırları göz önünde bulundurarak bakmamızın bize yeni kapılar açacağına yönelik bir dokunuş olduğunu bilirler. Kapıda durmak ve kapıyı vurmak lazım.Tak tak… 🙂
Günlükte şöyle diyordu;
“Richard Parker olmasa çoktan ölmüş olurdum, ondan korkmak beni tetikte tutuyor. İhtiyaçlarını gidermek, amaç veriyor.”
Not: Bu arada video’da gorilin kafesinden çıkması sonrası onu yanına çağıran, sarılan , öpen görevli ile gorilin ilişkisi dikkatimi çekti.Evet goril gayet nazik davete icabet ediyor fakat sırtı dönük bir şekilde temas kuruyor. Buna benzer bir görüntü süreçleri kesilen, istemedikleri halde (davete icabet etmek, kırmamak adına ) gitmek zorunda olduklarını hissettiğim çocuklarda gördüğüm bir davranış. Sanki hadi sarıl dedikleri, yüzlerini dönüp kucaklamadıkları , gerçek bir buluşmanın olmadığı bir kavuşma anı. Bu video’yu seyrettiğimde beynimin benzer bir çok görüntü ile bu düşüncemi desteklediğini söyleyebilirim. Araştırmak, gözlemlemek lazım.